Yemen’de devam eden devrim sürecinin bir vekalet savaşına dönüşmesinde önemli rolü olan BAE’nin bu tutumu yerel ve bölgesel aktörlerce eleştirilmektedir. Bu noktada özellikle uluslararası medyada son dönemde sıklıkla işlenen üç konu ön plana çıkarken BAE’nin bu hususlarda oynadığı rol tepkilere neden olmaktadır. Bunlardan ilki Yemen’de yaşanan insani dramdır.
Bilindiği üzere Yemen’de devam eden iç savaşa Kararlılık Fırtınası Operasyonu ile müdahale eden BAE ve Suudi Arabistan gerek saldırılar gerekse uyguladıkları ablukayla ülkedeki sivillerin bu süreçten ciddi zarar görmesine yol açmaktadır. Temel gıda ürünleri ve ilaçlara erişim konusunda sıkıntı yaşayan Yemenli siviller koalisyon güçlerinin saldırılarına da hedef olmaktadır.
Batılı devletler ve kuruluşlar başta olmak üzere birçok insan hakları kuruluşu ve yabancı hükümet BAE ve Suudi Arabistan’ın Yemen’de yaşanan insani krizden sorumlu olduğunu belirtirken bu noktada bu iki ülkeye çağrı yaparak sivillerin ülkede devam eden iç savaştan etkilenmesinin önüne geçilmesini istemektedir. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Ağustos 2018’de hazırladığı bir raporda BAE, Suudi Arabistan ve bu iki ülkenin desteklediği Yemen hükümetinin ülkede yaşanan insan hakları ihlallerinden başlıca sorumlu aktörler olduğunu belirtmiştir.
BAE’nin eleştirilere maruz kaldığı bir diğer husus da ülkenin güney bölgelerinde gerçekleşen ve toplumdaki kanaat önderleri ile din adamlarını hedef alan suikastlar ve Abu Dabi’nin bu olaylardaki rolüdür. Güney Yemen’de son aylarda özellikle Müslüman Kardeşler hareketine yakınlığıyla bilinen Islah Partisi üyesi önemli kişilere yönelik gerçekleşen suikastlarda BAE’nin doğrudan rolü olduğu iddia edilmektedir. Uluslararası medya ve yerel kaynaklara göre bu suikastlar BAE tarafından finanse edilen kişi ya da gruplar tarafından gerçekleştirilmektedir. Ağustos’ta ABD’nin önde gelen gazetelerinden Washington Post’ta yayımlanan bir analizde Aden ve çevresinde son iki yıl içerisinde en az 27 din adamının faili meçhul suikasta kurban gittiği belirtilmiştir. Raporda suikast olaylarının arkasında BAE ile Suudi Arabistan arasında Yemen’in geleceğine dair yaşanan görüş ayrılıklarının olabileceğine dikkat çekilmektedir.
Son olarak da BAE’nin Yemen ve bu ülkeye bağlı adalarda yürüttüğü askeri faaliyetler bölge halkının tepkisini çekmektedir. BAE askeri güçlerinin Babü’l Mendeb’in en dar olduğu noktada bulunan Perim Adası ve yine Aden Körfezi’nin girişinde stratejik bir noktada bulunan Sokotra Adası’nda askeri üs kurma girişimleri bu adaların ait olduğu Yemen’de birçok kesim tarafından egemenlik hakkının ihlali olduğu şeklinde yorumlanmaktadır. BAE askeri unsurlarının Mayıs 2018’de Sokotra Adası’na gelerek bir anlamda burada hakimiyet gösterisinde bulunmaları mevcut tepkilerin daha da artmasına neden olmaktadır. Bazı uzmanlara göre BAE’nin bu faaliyetleri Abu Dabi’nin bölgesel ve küresel stratejisinde merkezi bir öneme sahiptir. Uluslararası ticaret yollarında söz sahibi olmayı amaçlayan Abu Dabi Sokotra Adası ve etrafındaki bölgede askeri varlığını artırarak bu coğrafyada caydırıcı bir ülke haline gelmeyi hedeflemektedir.
BAE’nin 2010’da Tunus’ta başlayan Arap devrimleri karşısında izlediği saldırgan dış politika son dönemde kendisini en çok Yemen’deki gelişmelerde göstermektedir. Devrim sürecinden kendi bölgesel çıkarları çerçevesinde faydalanmak isteyen Abu Dabi yönetimi bu nedenle Yemen’de devam eden iç çatışmaya müdahil olmaktadır. Özellikle ülkenin güneyinde etki sahibi olan BAE’nin bir taraftan İran’a karşı Husilerle mücadeleyi desteklerken diğer taraftan da ülkenin geleceğinde söz sahibi olmayı hedeflemektedir. Bu strateji bağlamında Suudi Arabistan’la birlikte Kararlılık Fırtınası Operasyonu’nda etkin bir rol oynayan Abu Dabi bir taraftan da kendi öncelikleri doğrultusunda gerek askeri gerekse ekonomik enstrümanlarla Yemen’deki çatışmanın bir parçası haline gelmektedir. Yemen’deki iç dinamikler ve bölgesel gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda Abu Dabi’nin bu ülkeye yönelik müdahaleci politikasının devam edeceği söylenebilir.