Sudan krizi kapsadığı bölge açısından Gazze ve Ukrayna çatışmaları ile eşit derecede önem arz eden, dış etkenlerle desteklenen bir iç savaştır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki tüm krizlerde aynı cephede görmeye alışık olduğumuz ABD-İsrail-Mısır-S. Arabistan ve BAE ittifakının Sudan’da farklılaşması dikkatle incelenmelidir. El Beşir’e yapılacak darbeyi Müslüman Kardeşlerden kurtuluş yolu olarak görerek destekleyen Suud-BAE ittifakı, darbe sonrasında farklı kutuplara yönelmiştir.
Uluslararası ittifaklar Sudan’ı istikrarsızlaştırıyor
Dr. Ensar Küçükaltan/ Afrika Koordinasyon ve Eğitim Merkezi (AKEM) Koordinatörü
Son dönemde Afrika’nın en fazla gündeme gelen olayı Sudan çatışmaları, ordunun tehdit olarak gördüğü bir hareket olan Hızlı Destek Güçleri (RSF) üyelerinin ülke çapında ordunun kontrolüne baş kaldırmasıyla iç savaş noktasına geldi. Kriz büyürken uluslararası toplumun Sudan’ın çığlığını benzer diğer örnekler gibi duymaması, insani ihtiyaçların her geçen gün daha da artmasını beraberinde getiriyor.
İnsani krizin boyutları dayanılmaz seviyede
Çatışmaların sürdüğü Sudan’da krizden en fazla etkilenen siviller. Çatışmaların şiddetlendiği Nisan 2023 öncesinde 16 milyon insan yardıma muhtaç olarak yaşarken bu sayı şu an 25 milyona çıkmış bulunuyor. Çatışmalarla beraber 12 milyon insanın evlerini terk etmek zorunda kaldığı bildiriliyor. Bunların yaklaşık 10 milyonu ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı ki BM verilerine göre bu ülke için yer değiştirenlerin (IDP) en fazla olduğu hareketlilik olarak tarihe geçti. Bir kısım Sudanlı (600 bin civarı) komşu ülke Çad’a sığınırken, sınırda hala geçmek için bekleyenlerin olduğu biliniyor.
Ülkenin en önemli sorunlarından biri de salgın hastalıklar. Çatışmaların başlamasından beri ülkedeki sağlık sisteminin yüzde 70’e yakın kısmı normal hizmet veremez hale geldi. Kızamık salgınında binden fazla vaka rapor edilirken kolera salgınında vaka sayısı 12 bin civarında. Bu vakalardan 300 kadarı hayatını kaybetti. Nüfusun yaklaşık yüzde 40’ına tekabül eden 20 milyon insanın gıda güvenliği sorunu yaşıyor olması sağlık problemlerinin daha da endişe verici boyutlara ulaşabileceğini gösteriyor.
İletişim altyapısında da büyük zararlar oluşan ülkede 30 milyon insanın internet ve telefon erişimi bulunmuyor. Aynı zamanda on binin üzerinde okulun kullanılamaz hale gelmesi, 19 milyon eğitim çağındaki çocuğun geleceğini tehdit eden unsurlardan biri.
Çatışmaların kökeni eskiye dayanıyor
Başlangıcından itibaren ülkeyi adeta bitirme noktasına getiren bu çatışmaların temelinde iki generalin tutumu yatıyor. RSF, 2013 yılında kuruldu ve kökenleri Darfur’da isyancılarla savaşan ve etnik temizlik yapmakla suçlanan kötü şöhretli Janjaweed milislerine dayanıyor. O zamandan beri General Dagalo (Hemedti), Yemen ve Libya’daki çatışmalara müdahil olan güçlü bir kuvvet inşa etti. Ayrıca Sudan’ın bazı altın madenlerini kontrol etmek de dahil olmak üzere ekonomik çıkarlar geliştirdi. Dagalo, 2000’li yılların başındaki Darfur çatışması sırasında, insan hakları ihlalleri ve zulümlere karışan Sudan’ın kötü şöhretli Janjaweed güçlerinin lideriydi ve uluslararası tepkiler üzerine dönemin Devlet Başkanı Beşir bu grubu Sınır İstihbarat Birimleri olarak bilinen paramiliter güçlere dönüştürdü. Bu birlikler 2007 yılında ülkenin istihbarat servislerinin bir parçası haline geldi ve 2013 yılında Beşir, kendisi tarafından denetlenen ve Dagalo tarafından yönetilen paramiliter bir grup olan RSF’yi kurdu. RSF’nin gündeme gelmesi yeni bir olay değil. Aynı yapı, Haziran 2019’da 120’den fazla protestocunun katledilmesi de dahil olmak üzere çeşitli insan hakları ihlalleriyle suçlanmaktadır.
Olayların başında, General Dagalo Twitter’da General Burhan hükümetinin “radikal İslamcı” olduğunu ve kendisinin ve RSF’nin “Sudan halkının uzun zamandır özlemini çektiği demokratik ilerlemeyi sağlamak için savaştığını” söylemişti. 2019 yılında Ömer El-Beşir’in devrilmesinden sonra asker-sivil ortaklığı sayılabilecek bir hükümet kurulmuş ancak bu hükümet Ekim 2021’de General Burhan’ın başa geçtiği bir başka darbeyle devrilmişti. O tarihten bu yana da General Burhan ile General Dagalo arasındaki rekabetin şiddetlendiği ifade ediliyor. İktidarın yeniden sivillerin eline geçmesini sağlayacak bir çerçeve anlaşması 2022 Aralık ayında kabul edildi ancak detayların kesinleştirilmesi için yapılan görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandı. Öte yandan ülkeyi yöneten General Burhan, sivil yönetime dönüş fikrini desteklediğini ancak iktidarı sadece seçilmiş bir hükümete devredeceğini söyledi.
Tüm bu iç çekişmenin ardından hem Sudan’ın komşularından hem de bölgede güce sahip diğer ülkelerden ardı ardına hamleler gördük. Tam da bu noktada, krizin içeriğini daha net anlamak adına uluslararası pozisyonlara bakmak faydalı olacaktır.
Uluslararası pozisyonlar
Sudan’da 2024 yılının başından beri süren çatışmalarda 15.000 kadar insanın hayatını kaybettiği tahmin edilmekte. Süregelen çatışmaların iç savaş halini almasıyla beraber Türkiye dahil olmak üzere pek çok ülke vatandaşlarını Sudan’dan tahliye etmeye çalışırken, İngiltere, ABD ve AB ateşkes ve krizin çözümü için görüşmeler yapılması çağrısında bulunmuştu.
Etiyopya, Çad ve Güney Sudan da dahil olmak üzere Sudan’ın bazı komşuları siyasi çalkantılardan ve çatışmalardan etkilendi ve Sudan’ın özellikle Etiyopya ile ilişkileri, sınırlarındaki tartışmalı tarım arazileri de dahil olmak üzere sorunlar nedeniyle gerildi. Sudanlı mülteciler, Çad’a geçen binlerce kişi de dahil olmak üzere, son çatışmalardan sonra ülkenin komşularına kaçtı. Rusya, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer güçler Sudan’da nüfuz mücadelesi verirken işin jeopolitik boyutlarını da gözden kaçırmamak gerekiyor. Suudi Arabistan ve BAE, Sudan’ın geçiş sürecini bölgedeki İslamcı etkiye karşı koymak için bir fırsat olarak görüyor. Bu iki ülke, ABD ve İngiltere ile birlikte Sudan’da BM ve Afrika Birliği öncülüğünde arabuluculuğu destekleyen dörtlüyü oluşturuyorlar. Batılı güçlerin Sudan meselesinde bu kadar aktif bir şekilde sahada olmalarının birinci sebebi, iki generalin de açık olduklarını ifade ettikleri Kızıldeniz’de bir Rus üssü kurulma ihtimali olarak değerlendiriliyor. Arabulucu dörtlünün faaliyetleri kadar izlenmesi gereken bir diğer ülke de elbette bölgenin önemli bir diğer aktörü Mısır olmalı. Tüm bunların yanında ciddi bir tehdit olarak görülen Rusya’nın tutumu ve Sudan’la olan ilişkileri tüm denklemin yeniden gözden geçirilmesini gerektiriyor. Rusya-Sudan ilişkilerinin son birkaç yıllık seyrine bakmakta fayda var.
Wagner ne kadar etkili oldu?
ABD, Wagner Grubu’nun “paramiliter operasyonlar, otoriter rejimlerin korunmasına destek ve doğal kaynakların sömürülmesi” gibi hedefler üzerinden ilerlediğini iddia ediyor. İngiltere merkezli Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü’nden Dr. Joana de Deus Pereira, “Başlangıçta, 2018’de, Sudan askeri güçlerini aktif olarak eğiten yaklaşık 100 adamları vardı ve ilişki oradan büyüdü” diyor. Sudan medyasında yer alan haberlere göre bu sayı yaklaşık 500’e ulaştı ve bu kişiler çoğunlukla güneybatıda, Sudan’ın Orta Afrika Cumhuriyeti (OAC) sınırına yakın Um Dafuq yakınlarında konuşlandı. Sudan Tribune, Devlet Başkanı Beşir 2019’da halk protestolarıyla karşılaştığında, Sudanlı yetkililer tarafından yalanlanmasına rağmen, Sudan istihbaratı ve güvenlik güçlerinin yanı sıra hükümet karşıtı protestoları gözlemlemek üzere “Rus savaşçıların” görevlendirildiğini bildirdi. Yine 2019 yılında Amnesty International raporuna göre Darfur’daki saldırılarda Rus ve Çin silahlarının olduğu söyleniyor.
Gazze ve Ukrayna kadar önemli
Sudan krizi kapsadığı bölge açısından Gazze ve Ukrayna çatışmaları ile eşit derecede önem arz eden, dış etkenlerle desteklenen bir iç savaştır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki tüm krizlerde aynı cephede görmeye alışık olduğumuz ABD-İsrail-Mısır-S. Arabistan ve BAE ittifakının Sudan’da farklılaşması dikkatle incelenmelidir. El Beşir’e yapılacak darbeyi Müslüman Kardeşlerden kurtuluş yolu olarak görerek destekleyen Suud-BAE ittifakı, darbe sonrasında farklı kutuplara yönelmiştir. Suudi Arabistan’ın Burhan tarafında kalması ve desteği, Beşir döneminden itibaren başlayan yatırımları (2030 Vizyonu), Husilere karşı pozisyonu ve anti-İran politikalarını kapsayan bir seçim olarak değerlendirilebilir. Öte yandan BAE, tüm doğu kıyısındaki etkin projelerini gerçekleştirmek ve etki gücünü artırmak adına Dagalo tarafından konumlanmaktadır. Etiyopya’nın da benzer bir pozisyon benimsemesi hem Mısır ile olan gerilimi hem de Tigray tehlikesi bağlamında mantıklı bir konumdur. Riyad, kamu yatırım fonu aracılığıyla bölgeye (Sudan, Bahreyn, Umman, Ürdün ve Irak) 24 milyar dolar yatırım yapma sözü verdi. BAE, Dubai’de bölgesel bir merkezi bulunan Hemeti’nin aile şirketi Al Junaid tarafından kontrol edilen madenler aracılığıyla Darfur’dan tonlarca altın satın alarak Sudan’da zaten güçlü bir dayanağa sahip.
Suudiler için gıda güvenliği ve Kızıldeniz’in güvenliği çok önemli. Öte yandan BAE için ise altın, maden kaynakları ve Kızıldeniz’de varlık göstermek ve dolayısıyla Süveyş Kanalı ile Bab el-Mendeb Boğazı arasındaki ticari rotalar üzerinde nüfuz sahibi olmak çok önemli. Sudan’ın Kızıldeniz’in kalbinde ve Bab el-Mandeb boğazına yakın stratejik konumu, onu bölgesel jeopolitikte çok önemli bir oyuncu haline getiriyor. BAE Sahel’e doğru genişliyor ve bunun için Sudan ve RSF önemli çünkü RSF askeri bir gruptan çok ulusötesi bir örgüt olarak işlev görüyor. BAE, AB, Çin ve ABD’den sonra Afrika’daki dördüncü en büyük yatırımcı olmaya devam ediyor ve yirmi sekiz Afrika ülkesinde yaklaşık 17 milyar dolar finansman sağlıyor. Diğer yandan İsrail, bir yandan Gazze’yi tamamen boşaltmaya çalışırken diğer yandan Lübnan’ı kontrol altına almaya çalışıyor. Bunların başarıya ulaşması ihtimali sonrasında Kızıldeniz’de herhangi bir tehlike alanı bırakmamak için uğraşması muhtemel bir senaryo. Tam bu noktada İsrail, Sudan’da süregelen güç mücadelesinden kim galip çıkarsa çıksın ortak hareket etmek için bekleyecektir. Sudan vatandaşlarının çoğunluğunun İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine karşı olması da önemli bir faktör. Bu da İsrail’in Sudan’ı askeri bir rejimin yönetmesinden çıkar sağlamasına neden oluyor. Bu sebeple MOSSAD, RSF ile görüşmeler yaparken İsrail Dışişleri Bakanlığı Burhan ile temaslarını sürdürüyor. Kahire ve Abu Dabi’nin Sudan’daki çatışmada karşıt tarafları desteklemesi İsrail’in Burhan ya da Hemedti’ye tam destek verme ihtimalini azaltıyor ki bu da neden kendisini potansiyel bir arabulucu olarak sunmaya çalıştığını açıklamaya yardımcı oluyor diye düşünüyorum.
Tüm bu hesaplar içerisinde Türkiye’nin nerede durması gerektiğine dair çıkarımlar da yapılabilir. En makul senaryo olan tarafların yeniden masaya oturması durumunda Türkiye’nin bölgede bir süredir yürüttüğü (Etiyopya-Somali) makul ve güvenilir arabulucu rolü ile tarafların silah bırakması hususunda etkili olacağı açıktır. Hele ki Cidde Görüşmeleri, İbrahim Anlaşmaları gibi göreceli olarak sorunların çözümüne katkı sağlayamamış girişimler sonrasında Türkiye’nin Etiyopya-Somali arasındakine benzer bir arabuluculuk rolünü başarıyla icra etmesi, tüm potansiyel engelleme girişimlerine rağmen en fazla kazançlı çıkacağı plan olabilir. Tam da bu dönemde ısınan Türkiye-Suriye-Rusya ilişkilerinin benzerinin Rusya üzerinden Sudan’da gerçekleştirilebilmesi tüm aktörlerin dengelerini bozacak bir adım olabilir. Türkiye’nin bugüne kadarki konumu ne olursa olsun, Sudan’daki iki askeri diktatörden hiçbirinin güvenilir bir aktör olmayacağı ön kabulüyle hareket edilmesinin en önemli husus olduğunu düşünüyorum. Nitekim bugün hem Burhan hem de Dagalo, halk desteğinden uzak, ülkeyi demokratik geçişe bırakmaları halinde yalnızca namlu yardımıyla tekrar bugünlere gelebilecek, siyaseten bir karşılığı olmayan ve her an göre pozisyon değiştirebilecek aktörlerdir. Siyasi mesele ne olursa olsun, ülkenin yönetimini kim ele alırsa alsın, Sudan’da duyulması gereken en ciddi ses insani ihtiyaçların sesidir. Masum insanların, sivillerin, kadın ve çocukların hayatı her türlü siyasi gücün üzerindedir. Tam da bu noktada uluslararası toplumun bir an evvel Sudan halkının yardım çağrısını duyması ve güvenli koridorlar açarak tüm ülkede özellikle güneydeki ihtiyaç sahiplerine ulaşması gerekmektedir.