Biden yönetiminin, İran-İsrail çatışma sürecine dönüştürücü bir etkide bulunabileceğini söylemek mümkün ancak iki ülkenin kırmızı çizgileri bu etkiyi sınırlandırabilecektir.
Son iki yıllık süreçte yoğunlaşan, İsrail’in Suriye’deki İran destekli milislere yönelik olarak gerçekleştirdiği hava harekâtları, geride bıraktığımız günlerde yapılan yeni bir operasyon ile 2021 yılında da devamlılık göstereceğini ortaya koydu. Özellikle 2020 yılında İsrail tarafından gerçekleştirilen 30’un üstündeki hava harekâtında 50 hedef vurulmuş ve İran destekli milisler ağır kayıplar vermiştir. Harekâtların yoğunlaştığı bölgelere bakıldığında Humus, Şam, Kuneytra gibi sınır hattına yakın bölgeler öne çıksa da Deyrizor ve Halep’te de benzer harekâtların gerçekleştiği görülmüştür. Son olarak 7 ve 13 Ocak tarihlerinde gerçekleştirilen hava harekâtlarında, içlerinde İran destekli milislerin ve Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) mensuplarının bulunduğu toplam 57 kişinin öldürüldüğü bildirilmiştir. Operasyonel istihbaratının ABD tarafından sağlandığı iddia edilen bu saldırı, sonucu itibarıyla İran destekli milislerin bugüne dek en ağır zayiat verdiği harekât olarak kayıtlara geçmiştir. Bu durum, İsrail’in 2021 yılında söz konusu hava harekâtlarını yoğunlaştıracağına dair bir beklenti doğurmuştur. Ortaya çıkan bu beklenti, ABD’deki başkanlık seçimleri ve değişim süreciyle birlikte değerlendirilmekte; Biden yönetiminin, bu konuya ilişkin yaklaşımının ne olacağı merak edilmektedir.
1. İran ve İsrail: Karşılıklı Stratejiler
İsrail’in Suriye’deki hava harekâtlarının geleceğine ve bu süreçte etkili bir faktör olması beklenen Biden yönetiminin tavrına dair bir öngörü sunmak için öncelikle İran ve İsrail’in, karşılıklı olarak uygulamakta oldukları mevcut stratejileri incelemek gerekmektedir. İsrail açısından değerlendirildiğinde İranlı bazı uzmanların ve siyasetçilerin de öne sürdüğü gibi İran destekli milislerin Suriye’deki varlığı, “İsrail’i kuşatma veya İsrail’le sınırdaş hâle gelme” stratejisinin parçası olarak algılanmaktadır. Bu duruma karşı İsrail hem yakın çevresinde hem de İran içerisindeki operasyonlarıyla Tahran’a cevap vermektedir.
Bu stratejinin ilk işaretleri, 2018 yılında İsrail tarafından gündeme getirilen Ahtapot Doktrini ile ortaya konmuştur. Buna göre İsrail; İran’ın kollarını temsil eden milisler yerine, doğrudan İran içerisindeki ağırlık merkezlerini hedef alan harekâtların gerçekleştirilmesi gerektiği prensibini esas almaya başlamıştır. Özellikle 2020 yılı süresince İran içerisinde yaşanan sabotaj, suikast ve siber saldırılar, bu stratejinin etkinliğini göstermiştir. Ancak aynı süreçte Suriye’deki hava harekâtlarının da sürdürülmesi, İsrail’in hem Ahtapot Doktrini çerçevesinde İran içerisinde operasyonlar gerçekleştirerek hem de İran destekli milislere yönelik hava harekâtları düzenleyerek melez bir stratejiyi uyguladığını göstermiştir.
Buna karşın İran ise Lübnan Hizbullahı’na ve Filistinli gruplara askerî destek sunarak “Direniş Ekseni”ni genişletmek şeklinde bir strateji benimsemiştir. Bununla birlikte İran, Suriye’de Esed rejimine destek amacıyla tesis ettiği milis grupları aynı zamanda bölgedeki fiziki varlığını güçlendirme aracı olarak değerlendirmiştir. Milis grupların eğitimi ve koordinasyonu amacıyla bölgeye gönderilen DMO yetkilileri, İran’ın fiziki anlamda İsrail’e yakınlaşması olarak algılanmıştır. Son olarak özellikle 2020 yılında, bazı Körfez ülkeleri ve İsrail arasındaki normalleşme süreçlerine tepki olarak gerçekleştirilen ve başarısızlıkla sonuçlanan örtülü operasyon girişimleri de İran’ın İsrail’e yönelik stratejisinin güncel bir ayağını oluşturmuştur.
2. Biden Değişim Yaratabilir mi?
İran ve İsrail’in karşılıklı olarak uyguladıkları stratejiler ele alındığında Biden yönetiminin bu sürece, dönüştürücü bir etkide bulunabileceğini söylemek mümkündür. Bununla birlikte bu dönüştürücü gücün önünde mücadele alanlarının bulunduğunun da altını çizmek gerekmektedir.
Biden yönetimi ile birlikte Nükleer Anlaşma konusunda ve ABD ile ilişkilerde bir iyileşme beklentisi içinde olan İran açısından, olası bir anlaşma için birtakım tavizler ortaya konması mümkündür. Bu tavizlerin daha çok Körfez’de örtülü operasyon girişimlerinin sonlandırılması, Hizbullah ve Filistinli grupların daha fazla kontrol altına alınması şeklinde gerçekleşmesi beklenebilir. Buna karşın Suriye ve Irak’taki milis yapıların bu taviz alanının içinde yer alması son derece güç görünmektedir. Zira geçtiğimiz günlerde Devrim Rehberi Hamenei’nin Askerî Danışmanı Rahim Safevi’nin “Kasım Süleymani, Irak ve Suriye’de 82 tugay kurdu.” şeklindeki açıklaması, İran’ın bu konudaki kapasite birikimini göstermektedir.
Diğer yandan İran ve ABD ilişkilerindeki olası bir iyileşme durumunda ve İran’ın nükleer programı konusunda “tatmin edici” bir sonuç ortaya çıktığında İsrail’in, 2020 yılında yoğunlaştırdığı İran’daki sabotaj ve suikast operasyonlarında bir gerileme beklemek mümkündür. Bununla birlikte İsrail, Suriye’de jeopolitik bir tehdit olarak gördüğü İran destekli milislere yönelik operasyonlar yapılmasını ve İran'ın fiziki olarak İsrail'e yakınlaşmasının engellenmesini kırmızı çizgi olarak benimsemektedir. Bu bağlamda 2021 yılında da İsrail’in Suriye’deki İran destekli milislere yönelik hava harekâtlarını sürdüreceğini öngörmek yanlış olmayacaktır. Bunun ötesinde son harekât öncesinde MOSSAD Başkanı Yossi Kohen ve Mike Pompeo arasındaki istihbarat paylaşımına dair görüşme ve ABD’deki başkanlık değişimi süreci, İsrail’in yaklaşık 1 ay içerisinde bu harekâtlarını daha da yoğunlaştırmasını mümkün kılmaktadır. Bu noktada İsrail, Biden yönetiminin tam anlamıyla konsolide olacağı süre zarfında düzenleyeceği harekâtlarla fiilî bir durum yaratmayı amaçlayacaktır.
ÇAĞATAY BALCI
. İRAM Center | İran Araştırmaları Merkezi
. İran-İsrail Çatışma Süreci ve Biden Dönemi