Geçtiğimiz 21 Nisan’da ilk olarak İsrail’in kuzeyindeki Ramla şehri yakınlarında yer alan Tomer füze ve mühimmat fabrikasında “rutin bir test sırasında” meydana geldiği ileri sürülen büyük patlamanın hemen ertesi gecesinde ülkenin nükleer tesislerinin yer aldığı Dimona yakınlarına bir füzenin düşmesi ciddi merak uyandırdı. İsrailli yetkililer Dimona’da meydana gelen patlama ile ilgili olarak olayın bir Suriye hava savunma füzesinin (S-200/sa-5) rotasından saparak ülke içine isabet etmesi sonucu meydana geldiğini ileri sürerken olayı değerlendiren İranlı yetkili ve gözlemciler füze saldırısının bilinçli bir eylem olduğunu ve İsrail’e uyarı niteliği taşıdığını savundular.
Bilindiği üzere İsrail ve İran arasındaki askeri gerginliğin kırk yılı aşkın bir geçmişi olsa da Arap Baharı sonrası İran’ın Suriye’de artan askeri varlığı ve de 2010’lu yıllarla birlikte İran’ın nükleer faaliyetlerinin kapsamının genişlemesiyle birlikte çoğunlukla örtülü operasyonlar/terör eylemleri şeklinde cereyan eden bu karşılaşma yeni bir döneme girdi. İsrail ilk tehdit alanı olan Suriye’deki İran varlıklarına yönelik hava saldırılarını sürekli artırarak kendi sınırlarından tüm Suriye sahasını kapsayacak şekilde genişletti, daha sonra bu saldırılarını Irak’a kadar uzattı. İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda da bu faaliyetleri durdurmak en azından yavaşlatmak amacıyla çok sayıda nükleer bilim adamına ve askeri yetkiliye İran içinde suikast düzenledi. Bu saldırıların sonuncusunda General Muhsin Fahrizade’yi hedef alan İsrail, operasyonlarını hassas nükleer tesislere de yöneltti. Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesisleri son bir yılda iki kez İsrail kaynaklı olduğu düşünülen saldırıya maruz kaldı. Yine son bir hafta içinde Kudüs Gücü Komutan yardımcısı Muhammed Hüseyinzade Hicazi ve aynı gücün üst düzey komutanlarından Muhammed Ali Hakbin’in koronavirüsten dolayı öldüklerinin duyurulması ülkede tartışmalara yol açtı. İran yönetimine yakın bazı isimlerin Hicazi’nin salgından dolayı ölmediğini, bir gün önce iyi durumda olduğunu ve muhtemelen biyolojik saldırıya maruz kaldığını açıklamaları okları yeniden İsrail’e çevirdi. İsrail ile İran arasında geçtiğimiz aylarda iyice şiddetlenen karşılıklı saldırı ve çatışmalar askeri hedeflerle sınırlı kalmamış özellikle Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Arap Denizindeki sivil gemi ve tankerler de bu saldırılardan nasibini almıştı.
Dolayısıyla gerginliğin bu kadar yoğun olduğu bir ortamda 24 saat içinde yerel halkta panik yaratacak ölçüde iki şiddetli patlamanın yaşanması İsrail’in rutin patlama ya da neden ateşlendiği açıklanmayan rotasından çıkmış bir uçaksavar füzesi açıklamalarının çok da gerçekçi olmadığını düşündürüyor. İranlı kaynaklar birinci patlamanın ardında tesislere nüfuz eden bir insan unsuru olduğunu savunurken ikinci patlamanın ise Fatih-110 türevi bir kara füzesi nedeniyle gerçekleştiğini ve doğrudan Dimona’daki nükleer tesisleri hedef almayan bu saldırının İsrail’e uyarı olduğunu ileri sürüyorlar.
Eğer bu saldırılar İsrail’in iddia ettiği gibi tamamen kaza ve tesadüf eseri ise bile iç kamuoyunun misilleme taleplerinden bunalan Tahran’ı rahatlatacağı kesindir. Yine kesin olan nokta son yıllarda ciddi reklamı yapılan ABD ve Körfez ülkelerinin de talip olduğu Demir Kubbe sisteminin bir sebepten devre dışı kalmış olmasıdır. Sürü drone kullanımı ya da onlarca eş zamanlı füze gönderimi gibi yöntemlere başvurmadan tek bir füzenin 250 km mesafe alarak ülkenin en korunaklı tesislerine yakın bir noktada patlaması oluşturulan teknolojik efsanenin darbe almasına sebep olmuştur. Bu durum düşünüldüğünde İsrailli yetkililerin ülke basınını neden “resmi söylem dışındaki bir anlatının İran’ın psikolojik savaş söylemlerine yarayacağı” hususunda uyardığı daha net anlaşılıyor.
ABD ile İran’ın Viyana’da yeni bir nükleer anlaşmanın eşiğinde olduğu, İsrail güvenlik yetkililerinin ABD ziyaretlerinin sıklaştığı, ABD’li komutanların İran’ın füze kabiliyetine vurgu yaparak, “İsrail ve İran’ın savaşması halinde ABD bu savaşa çekilmeyecektir” şeklinde açıklama yapmaları, İsrail’in benzer sansasyonel eylemlerini sürdüreceğini düşündürüyor. İran içindeki güvenlik mekanizmalarına ciddi şekilde sızmış olduğu belli olan İsrail, İran’ın yeni bir anlaşma ile kazanacağı birkaç yıllık rahatlamayı olabildiğince zora sokmayı hedefliyor.
SABAH / HAKKI UYGUR