Çin, bu hafta resmen ilan edilen; Avustralya, İngiltere ve ABD arasında Hint-Pasifik Okyanusu bölgesinde kapsamlı bir savunma ve güvenlik ittifakı oluşturan AUKUS Güvenlik Paktı’na, beklenebileceği gibi, öfkeyle tepki gösterdi.
Çin, üç ülke arasında Pazartesi günü ABD’de San Diego’da detayları açıklanan anlaşmanın “Uluslararası toplumun kaygılarını göz ardı ettiğini”, “tehlikeli bir yöne doğru gittiğini” ve “yeni bir silahlanma yarışı ve nükleer silahların yayılması riski yarattığını” söyleyerek kınadı.
ABD Kongresi’nin başkanı Nancy Pelosi’nin geçen yaz Tayvan’a yaptığı tartışmalı ziyaretten bu yana Çin ilk kez Batı ile ilgili bu kadar sert bir dil kullanıyor.
Dünyanın en büyük ordusu ve donanmasına sahip olan ve dünyanın en kalabalık ülkesi Çin; ABD ve müttefikleri tarafından Pasifik bölgesinin batısına “kıstırılmış” gibi hissettiğini söylüyor.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping yakınlarda Çin’in savunma harcamalarındaki artışı hızlandıracağını söylemiş ve ulusal güvenliği, önümüzdeki yılların en büyük önceliği olarak tanımlamıştı. O nedenle İngiltere Başbakanı Rishi Sunak’ın da bu hafta bir konuşmasında önümüzde tehlikeli bir on yıl bulunduğunu ve büyüyen güvenlik sorunları karşısında hazırlıkları hızlandırmak gerektiğini söylemesi şaşırtıcı değil.
Batı’nın yanılgısı: Ne umdular, ne oldu?
AUKUS Paktı kapsamında Avustralya, ABD’den nükleer enerjiyle çalışan en az üç denizaltı alacak, sonra üç ülke, yüksek teknolojili yeni bir filo yaratmak için birlikte hareket edecek
Peki ama bu noktaya nasıl geldik? Ve dünya Pasifik bölgesinde Çin ile ABD ve müttefikleri arasında felaket boyutlarında bir çatışmaya doğru mu gidiyor?
Batı, Çin konusunda yanıldı.
Batılı ülkelerin dışişleri bakanlıklarında yıllarca, Çin’deki ekonomik liberalizmin kaçınılmaz olarak toplumsal bir açılıma ve siyasi özgürlüklerin gelişmesine yol açacağı konusunda naif bir varsayım hakimdi.
Batının çok uluslu şirketleri ortak yatırımlara girişir ve yüzlerce milyon Çin vatandaşı daha iyi yaşam standartlarına kavuşurken, mantıksal olarak Çin Komünist Partisi de toplum üzerindeki kontrolünü gevşetecek, çok iddialı olmayan bazı demokratik reformlara izin verecek ve “kurallara bağlılık temelinde birleşen dünya düzeninin” bir parçası haline gelecekti.
Fakat olaylar böyle gelişmedi.
Evet, Çin bir ekonomik dev, küresel tedarik zincirinin hayati bir parçası ve dünyanın dört bir tarafındaki çok sayıda ülkenin en önemli ticaret ortağı haline geldi. Ama bu değişimi demokrasi ve siyasi liberalleşme yönünde adımlarla tamamlamak yerine, hem Batılı hükümetleri hem de Japonya, Güney Kore ve Filipinler gibi komşularını korkutan bir yola girdi.
Nasıl mı?
Örnekler çok fakat Çin ile Batı’yı karşı karşıya getiren en önemli konular şunlar:
Çin savaş istiyor mu?
Askeri olarak Çin bugün gerçekten ciddi bir güç. Son yıllarda Çin Halk Kurtuluş Ordusu hem sayıca, hem de teknolojik olarak devasa adımlar attı.
Örneğin Çin’in güçlü bir patlayıcı ya da nükleer başlık fırlatılabilen Dong Feng hipersonik füzeleri sesten beş kat hızlı gidebiliyor.
Bu ABD’ye, Japonya’daki Yokosuka’da üslenen 7. filosu açısından, Çin’in füzelerine karşı harekete geçme riskini göze almaya ne kadar hazır olduklarını düşündürüyor olmalı.
Balistik füzeler konusunda da durum aynı. Çin, elindeki savaş başlıklarını üç misline çıkarma amacıyla hızlı bir program başlattı ve gözden uzak batı bölgelerinde yeni cephane siloları inşa ediyor.
Ama bunların hiçbiri Çin’in savaşa girmek istediği anlamına gelmiyor. Ve Çin bunu gerçekten istemiyor.
Tayvan söz konusu olduğunda, adanın Pekin yönetimine zor kullanmaya gerek kalmadan boyun eğmesine yetecek bir baskı uygulamak çok daha tercih edeceği bir yöntem.
Hong Kong, Uygurlar ve fikri mülkiyet hakları konularında ise zaman içerisinde eleştirilerin yatışıp unutulacağını çünkü herkes için Çin ile ticaretin çok daha önemli olduğunu biliyor.
Dolayısıyla şu anda gerilim tırmanmış görünse ve her iki tarafın önümüzdeki günlerde ellerini biraz daha yükselttiğine tanık olacak olsak bile, Çin de Batı da, Pasifik bölgesinde bir savaşın herkes için yıkım olacağını ve öfkeli açıklamalara rağmen, bunun kimsenin çıkarına olmayacağını iyi biliyor.
BBC