Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm ancak yanlış anlaşılma korkusuyla ertelemek zorunda kaldığım bir konu olan “KHK” davaları sonrası mağdur olan insanların sorunlarını ele almak, bu güne nasipmiş. Elbette farkındayım, bu yazıya kızacak dostlarım olacaktır. Ancak müsterih olsunlar, duruşumuzda asla bir değişiklik yoktur. Fetö meselesinin sosyal bir faciaya dönüşmeden önce acilen bir şeyler yapılması gerektiği düşüncesiyle bu yazı kaleme alınmıştır.
Fetö meselesi, Türkiye gündemini işgal ettiğinden beri, her türlü riski göze alarak farklı alanlarda mücadele verdik ve hâlâ bu mücadelemiz hız kesmeden devam ediyor. Peki, neden bunları anlatma gereği duyuyorum? Çünkü geleceği kararan bir neslin sorunlarına çözüm üretmek isteğimiz, yanlış algılamalar sonucu gölgede kalsın istemiyoruz. Meselenin hukuki yönünden ziyade, yargılamaların sosyal boyutuna dikkat çekerek yaşanan aile facialarının son bulmasını arzuluyoruz.
Fetö ile iltisaklı, ülkeye savaş açan kişi, vakıf, dernek ve terör yapılanmalarıyla mücadele tüm platformlarda devam etmelidir. Sürmekte olan yargı sürecinin takipçisi olacağımızın altını özellikle çizmek isterim. Fetö davaları, son yüzyılın en büyük davalarından biri olma potansiyeline sahiptir. 2022 yılı itibariyle Fetö davası kapsamında bugüne kadar 675 bin 36 kişi hakkında işlem yapılırken 85 bin 394 kişi beraat etti, 116 bin 702 kişi hakkında mahkumiyet kararı verildi. Dosyalarda 320 bin 32 kişi hakkında takipsizlik kararı verilirken halen soruşturma ve kovuşturma süreci devam eden 115 bin 714 kişi bulunuyor. Yargı süreci devam ettiğinden, rakamlar sürekli değişmektedir; daha detaylı bilgi isteyenler mahkeme kararlarına bakabilir.
Günlerdir medyada tartışılan ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası hayata geçirilen “KHK” ile mağdur olan insanların durumlarına farklı bir perspektiften bakmak ve bu bakış açımızı kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. Şöyle bir itiraz gelebilir: Fetö davasından yargılanan insanların pişman değiller vede hükümete olan düşmanlıkları aynen devam ediyor. Dolayısıyla fırsat bulduklarında geçmişte yaptıkları kötülükleri tekrar yapacaklarına dair endişeler var. Bu endişeler yersiz demiyorum. Ancak her vicdan sahibi gibi ben de düşünmeden edemiyorum:
Bu ülkede; Cumhurbaşkanı, Bakanlar kurulu, Milli İstihbarat Teşkilatı ve devletin en üst kademesinde bulunan görevliler Fetö tarafından aldatılıp kandırılabiliyorsa, hayata bu yapı içinde gözlerini açan ve İslâmî konularda yeteri bilgiye sahip olmayan bu insanların da bir miktar aldatılma opsiyonları olsun. Devleti yönetenler, “KHK” davaları bahane edilerek kişisel hesaplaşmaların yapıldığı ve dindar insanların devlet kademelerinden tasfiye edildiği bir hale dönüştürülmesine daha fazla seyirci kalamaz.
Özellikle Fetö ile yolları bir türlü kesişen sade vatandaşları kastederek söylüyorum: Bu insanlara yaşanan olayların iç yüzünü anlatıp onları kazanmak için her alanda çalışmalar başlatılmalıdır. KHK kararlarıyla devlet kurumlarından atılan Fetö davası mağduru binlerce aile, geçimlerini sağlamak için zor koşullarda çalışmak zorunda bırakılmış, resmi kurumlar ve özel sektör tarafından bu insanlar dışlanmıştır. Bu durum yüzbinlerce insanı potansiyel bir tehlikeye dönüştürmüştür. İş bununla da kalmıyor; çaresiz kalan bu kitle, ülkeye olan nefreti artmış ve bazı devletlerin istihbarat birimleri için kullanışlı bir meta haline dönüşmüştür. Dışlanan bu topluluğun ülke güvenliğini tehdit eder duruma geldiği çok açıktır.
Bu insanların çoğu bunalımda ve acilen rehabilite edilmeleri gerekmektedir. Kendi ülkesinden kopuk, düşman bir nesil yetişiyor. Devleti yöneten kadrolar bu sosyal çöküşe acilen çözüm üretmelidir. Unutmayalım ki bu insanların kahir ekseriyeti dindar; eşleri tesettürlü, oruç tutan, namaz kılan, hacca giden Müslümanlardan oluşuyor. İslam’ı Fetö ile tanıyan bu kitleye kucak açmalıyız. Onları laik ve İslam düşmanı grupların insafına bırakmamalıyız.
İslam’ın kadim hukuk anlayışı bize rahmeti, merhameti ve affetmeyi öğütlemiyor mu? “Ceza vererek hata yapmaktansa affederek hatalı karar vermek daha evladır” ilkesi, tarih boyunca İslam dünyasına ışık tutmuş evrensel bir hukuk anlayışı olarak benimsenmiştir. Peygamber Efendimiz (sav), Taif’te taşlanıp zulme maruz kaldığında gösterdiği tavrı ne çabuk unuttuk? İslam ordusunun, Mekke’ye düzenleyeceği seferi bir mektupla Mekkeli müşriklere ulaştırmayı çalışan Hâtıb bin Ebû Beltea, Medinede yaşayan Müslümanların hayatlarını tehlikeye atmış dolayısıyla ihanet diyebileceğimiz bu icraat Peygamber efendimiz tarafından af edilmiştir. O Allah’ın Resulü tüm dünyaya merhametin en güzel örneğini göstermiştir. Ya Hz. Ali’ye ne demeli, kendisini öldürmeye çalışan Haricilere, kardeşim diyerek onları ikna etmeye çalıştığını neden görmezden gelelim?
Mağduriyetlerini dile getirdiğimiz bu insanların çoğu, İslami bilgi düzeyi yok denecek kadar azdır. Fetö yapılanması içerisinde tek taraflı dini bilgiye sahip olmaları bu aldatılmayı kolaylaştırmıştır. İslami duyarlığa sahip; vakıf, dernek, stk, cemaatler ve nihayetinde Diyanet İşleri Başkanlığı’na büyük görevler düşmektedir. Bu kişilere, İslam’ın temel ilkeleri sahih kaynaklardan anlatılmalı ve mağdur olmuş bu ailelere acilen sahip çıkılmalıdır.
Tekrar etmek gerekirse: Ülke için güvenlik sorunu haline gelen bu tablo, oyalanacak ya da geçiştirilecek eşiği çoktan geçmiştir. Vakit kaybedilmeden acilen adımlar atılmalıdır. Her şeyden önemlisi, bu insanlarla ilgilenmek onlara el uzatmak, müslümanların görev ve sorumluluğu altında olduğuna dair düşüncemi tekrar dile getirmek istiyorum.
Bir âyet-i kerimede Allah cc şöyle buyurur:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde önle. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost oluverir.”
(Fussilet Suresi, 34)
Selam ve dua ile…
Nejdet Demirel