Uzun metrajlı araştırma yazıları kaleme alan Nejdet Demirel, Orta Doğu başta olmak üzere İslam dünyasının içinde bulunmuş olduğu sorunları anlatan pek çok yazısı; farklı gazete, dergi ve dijital platformlarda yayınlanmıştır.
Yazıp konuşmak benim için zevkli bir iş iken bugün, hayatımın en zor yazılarından birini yazıyorum. Dile kolay iman ettikten sonra küfre giren bir kardeşimizin hikayesini yazmanın hüznünü, burukluğunu, iliklerime kadar hissettim. Geçen gün Twitter’dan paylaşılan bir mesaj gördüm. Atılan Tweet Talha Hakan Alpa aitti. Hakan hoca paylaştığı mesajda özetle şöyle diyordu. Allah ve Peygamber inancı konusunda kuşgularının olduğunu ve bir sorgulama içerisine girdiğini itiraf ediyordu.
Bu mesajı paylaşan Talha Hakan olunca şaşırdık. Hakanı uzun zamandır tanıyorum onun ahlakına, bilgisine ve derin İslami vukufiyetine bizzat şahitlik etmiş biri olarak üzüntüm, hayretim, en üst seviyelere çıktı ve kahroldum. Bir müslüman’ın iman ettikten sonra tekrar küfrün delhizinde kaybolmasına hangi iman sahibi üzülmez ki? Benim yaşadığım da böyle bir şey…
Hakan ve onun gibilerinin içine düştüğü inanç krizi üzerine çok şeyler söylenebilir. Ben, bugün bunu yapmak istemiyorum. Yazımı kısa ve öz olarak Talha Hakan gibi ilim sahibi olan kişilerin, içine düştükleri arayış ve bunalıma sebep olan bir kaç noktaya, değinerek konuyu anlatacağım.
Bir müslüman için yaşam bir nevi ticari kazanç gibidir. Günün sonunda kazanan mı, yoksa kaybeden mi, olacağız. Hayat bu iki denklem üzerine kurgulanmıştır da denebilir. Yaşama anlam katan hidayet ve onun yansıması ile zirveye taşınan “iman” Allah’ın kullarına bahşettiği en büyük değerdir. Dünyada sınanmamızın bir hikmeti olarak, yaratan hiç bir canlıya bahşetmediği akıl ve cüzi irade gibi nimetler bahşederek bizleri heran imtihan edip sınıyor. Hayatın her safhasında olduğu gibi iman ve küfür tercihi noktasında kazanan ve kaybedenlerin olduğu, bir hayatı yaşayarak tecrübe ediyoruz. Konu, kaybedenler sınıfına dahil olanları konuşmak olunca, Talha Hakan ve onun uğraş alanı olan “felsefe” konusuna değinmeden geçemeyiz. Öncelikle şunun altını çizmek gerekir. İslam felsefeye tamamen karşı çıkmamıştır. Felsefik düşünce, kelam ilmi adı altında yeniden sistamatize edilerek daha anlaşılır bir hale dönüştürülmüştür. Dolayısıyla İslam felsefeyi külliyen red eder sözü doğru bir yaklaşım değildir. Bu noktaya aşağıda temas edilecektir.
Felsefe tarihi açısından sürece bakıldığı zaman, müslümanlar ilkesel olarak felsefeye karşı çıkmamıştır. Karşı çıkılıp İtiraz edilen husus; bu düşüncenin özellikle din konusunda ortaya koyduğu yaklaşımlar olmuştur. Bunu biraz açalım: Felsefe’nin olayları kritize etme şekli; Aklın sınır ve kapasitesi aşılarak şüphe ve kuşkunun bolca yer aldığı mantık kuralı işletilmiştir. Ortaya çıkan sonuç: Yaratıcı dahil her türlü varlık fütursuzca sorgulanıp eleştirilmiştir. Felsefi akımlar, bu mantık kuralları içerisinde disipline edilerek müslümanların gündemine sokulmuştur. Günümüze gelecek olursak İsimlerinin başında ilahiyatçı yazar, dekan, Prof vs yazan, ama felsefe ile İslamın duru düşünce sistemi arasında bocalayan yığınla örnek hoca profili var. Bir çoğunu Medyadan tanıdığımız bu ilahiyat hocalarına bir kaç misal vermek istiyorum;
. Mustafaü Öztürk : Kuran’da bazı ayetler Allaha ait değil, bizzat Peygambere ait sözlerdir. Çünkü Allah böyle sert ifadeler kullanamaz. . Abdulaziz Bayındır : Allah senin kiminle evleneceğini nerden bilsin. . Yaşar Nuri Öztürk : Ben Deist oldum hiç bir dine artık inanmıyorum. . Talha Hakan Alp : Allah ve Peygamber dahil inancımla ilgili şüphe halindeyim diyor. Bu örnekleri çoğalta biliriz. Konumuz bu değil. Şu soruya cevap bulmamız gerekir.
BU İLİM SAHİBİ KİŞİLER BU DURUMA NASIL GELEBİLDİLER? İçinde bulunduğumuz bu paradoksal durumun anlaşılabilinmesi için, felsefe ve akıl ilişkisini, özet olarak ta olsa irdelememiz gerekiyor diye düşünüyorum. Örnek; Sokrates, Eflatun, Platon, İbni Sina, Francis Bacon, René Descartes, Spinoza ve Friedrich Nietzsche’lin dahil olduğu felsefi kuramın öne çıkan yazar ve düşünürlerin çoğu, gerçek bilgiye ulaşmak adına aklın sınırları ters yüz edilmiş elde edilen bilgi Allah’ı sorgulamaya ve onu sınırlamaya kadar iş vardırılmıştır. “Felsefe akımı, insan’ın düşünce yapısının ve bilimin gelişiminde önemli bir işlev görmüştür bu inkar edilemez bir gerçektir.” Müslüman olmanın bir gereği sayılan, cennet, cehennem, melek, cin, şeytan ve Allahın emir ve yasaklarının yer aldığı kur-an gibi soyut kavram manzumeleri iman edilmesi mecburi inanç ilkeleridir. Hal böyle iken felsefi düşünce yapısı, ya bunları reddeder veya akılla izah ederek bambaşka bir teolojik bir düşünce disiplini ortaya koyar.
Bir müslüman açısından, felsefe’nin dahil olduğu farklı düşünce yapılarına toptan red ve kabul gibi basit kalibrede bir yaklaşım söz konusu olamaz. Özetle söylenecek olunursa: Tarihi hafızamız bize şunu göstermiştir. Müslümanlar felsefi düşüncelere karşı mesafeli bir duruş sergiledikleri doğrudur! Bunda hiç kuşkusuz felsefe akımlarının “Aklı işlevinin dışına çıkartarak dine karşı bir pozisyon alınması ve bunun bir sonucu olarakta aklın putlaştırılması ilk sırada gelen sebepler arasındadır.
Felsefi akımın öncüleri ; akıl, doğa, varlık ve yaratıcı gibi temel konularda, bir fikir birliği içinde olmadıkları bilinen bir gerçek. Her olguya somut kavramlarla izah getirmeye çalışan felsefe ; Allaha, Peygamberlere ve kutsal kitaplara, rol biçip sınırlamaya çalışması nekadar gerçekçi olabilir. Tam bu noktada şu soruyu sormamız gerekir. Felsefik aklın kendi içindeki var olan pekçok çelişkili durumu nasıl izah edeceğiz. Sokrates’in aklımı, Eflatun’un mu, yoksa Francis Bacon’un akılla vardığı sonucamı itibar edeceğiz. Akıl çok önemli bir varlık olsada mutlaka bir sınırı ve ölçüsü olması gerekir. Eğer bu önemli nüans farkı gözardı edilirse, karşımıza geçmişte olduğu gibi şimdilerde, Talha Hakan gibi İslam’ın yörüngesinden çıkan ilim sahibi insanlar hep var olacaktır.
İslâmın pak, temiz, inanç esaslarını felsefik yorumlar katarak izaha yeltenenlere, İmamı Rabbani’nin çok önemli bu tespitini hatırlatarak yazıyı sonlandırmak istiyorum : “Eğer Allah akılla bilinip anlaşılması yeterli olsaydı, Akılla, Allahı en iyi tarif edip izah getiren Yunan Filozofları olmuştur. Halbuki bunların hepsi, iman hakikatinden yoksun, dinsiz bir hayat yaşamışlardır.”
Allahım, iman ettikten sonra, bizleri küfre düşenlerden eyleme.. Ayağımızı sabit kıl bizlere acı merhamet et. Allahım, bizleri gazaba ve sapıkların uğradığı yola değil, kendine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Ya Rabbi, Talha Hakan Alp gibi ilim sahibi iken, gerisin geriye dönenlere hidayet nasip et. Onları geçmişte yaptıkları hayırlı amellerin hatırına tekrar İslâma dahil et. AMİN
Ee sende Muhammed’in aklına uymuşsun. Yok efendim ben melekler ile konuşuyorum diyen akla. Kim inanır buna be çocuk musun ?
Muhammed’e değil,getirdiği vahye uymuş.İnanmak zorunda değilsin.Sadece tercihinin sonucunu kabullenmek gerekiyor.