Yatışmaz yapısıyla İsrail hem kendisini hem de dostları da olmak üzere herkesi zora soktu. Baştan beri anakronik yani çıkmaz bir sokakta ilerlemeye, yürümeye çalıştı. Tıkandıkça şansını daha fazla zorladı. Böylece Ortadoğu’yu zincirleme kazaya, çıkmaza sürükledi. Herkesi de yürüdüğü çıkmaz yolda kendisine yoldaş etmeye çabalıyor. Böylece çıkmazı katmerli hale getiriyor. Herkes korona virüsü veya vebasıyla uğraşırken seçimlerden çıkan İsrail yeni kabine arayışında Likud-Mavi Beyaz formülüne doğru yol alıyor.
Netanyahu ile Benny Gantz arasında varılan koalisyon ve ortaklık mutabakatında Temmuz ayından itibaren Ürdün Vadisini (Gavr-Ağvar) İsrail’in hükümranlığına katma kararı aldılar. Bu ise durgun suları hareketlendirdi. Bunun karşısında Arapların seçenekleri tartışılıyor. Artık Arap dünyası büyük İsrail’in fiili sahası haline geldiğinden ölüm sessizliğine bürünmüş durumda. Muhammed Bin Selman, Muhammed bin Zayed ya da Sisi mi tepki gösterecek? Elbette değil. Kala kala Filistin Özerk Yönetimi ile Ürdün kalıyor. Her ikisinin de İsrail ile belirli bağları, angajmanları var. Sözgelimi Ramallah yönetimi güvenlik koordinasyonuyla İsrail’in hizmetinde. Bugüne kadar ki bütün krizlerde bunu gözden geçireceğini duyurdu ama elbette yapmadı. Ramallah’tan sonra Filistin meselesinin en hassas karnını temsil eden Ürdün’ün seçenekleri de tartışılıyor. Sınırlı olduğunda şüphe yok.
Ürdün’ün asıl korkusu, iki devletli çözüm formülünün fiiliyatta sona ermesiyle alternatif Filistin devleti haline gelmesi veya getirilmesidir. Ürdün Kralı II. Abdullah’ın asıl korkusu tepkisiz kalması veya görünmesi halinde bunun bir iç galeyanı tetikleyeceğini bilmesi. Kısaca İsrail bu kararıyla Ürdün’ü istikrarsızlığa itiyor. Ürdün bir taraftan ekonomik daralma ile boğuşuyor diğer taraftan ise İsrail’in iç istikrarı baltalayacak kararının yan tesirlerini kontrol etmeye bertaraf etmeye çalışıyor. Hem İsrail hem de Ürdün Filistinlilerin galeyanıyla karşı karşıya kalabilirler. Siyasi kariyeri nedeniyle gargara halinde veya anında bulunan Netanyahu’nun kendinden başka kimseyi gördüğü, gözettiği yok. Yolsuzluklar nedeniyle Yargı giyotini başında sallanıyor, Bu nedenle de başarısız olma şansı yok. Şahsi başarısı için de İsrail’in iradesini gasp etti. Bu çıkmazın temelinde zincirleme akılsızlık yatıyor.
Haaretz gazetesi gibi gazetelerin de temas ettiği gibi İsrail’in kararı Ürdün’de aleyhteki göstericileri harekete geçirebilir. Özellikle de Filistin meselesiyle ideolojik ve dini olarak alakadar olan Müslüman Kardeşler eksenli hareketlerin ve gösterilerin kraliyet rejimini tehdit etmesinden, sarsmasından korkuyorlar. Amos Gilad gibi İsrailli stratejik düşünürler Ürdün Vadisinin ilhak kararının ikili ilişkilerde gerilemeye yol açacağını varsayıyorlar.
Elbette bu kararın Ürdün-İsrail ilişkileri üzerinde bir etkisi olacak. Herkes bunun sınırlarını merak ediyor. Ürdün ne kadar ileriye gidebilir? Tehditleri blöf mü? Ürdün Kralı II. Abdullah bazen İsrail’e karşı askeri manevralara başvuruyor ve böylece gözdağı veriyor. Der Spiegel dergisine verdiği mülakatta tepkisinin çıtasını yükseltti. Gerilim ve düşmanlık aramadıklarını ancak kararın uygulamaya geçmesi halinde bütün seçeneklerin masada olacağını söyledi. Ürdün Kralı Alman dergisine yaptığı açıklamada tepkilerin çıtası olarak Arapça ‘sidam’ ifadesini kullanıyor. Arapça ‘sidam’ çarpışma ve kapışma anlamına geliyor. İngilizce olarak ise ‘massive conflict’ ibaresi kullanılmış. Belki de Arapça çevrisi yapılırken kasten Ürdün halkının hissiyatı dikkate alınmış ve ifade daha ağır bir anlamla iç kamuoyuna sunulmuş, servis edilmiş. İngilizce ifade büyük mücadele anlamına geliyor. Askeri bir çatışma ihtimalini akla getirmekten ziyade siyasi sürtüşmeyi ve çekişmeyi çağrıştırıyor.
Bu şartlar altında Ürdün tepkilerinde ne kadar ileriye gidebilir? Bu tepkileriyle tabir caizse halkın galeyanını ve tepkilerini yatıştırabilir mi? Bu seçenekler arasında İsrail ile ilişkileri geriye çekme, sınırlandırma seçeneği var. Bu anlamda, 1994 yılında Kral Hüseyin ile Rabin arasında imzalanan Vadi-i Araba anlaşması geri çekilebilir, rafa kaldırılabilir. Askıya alınabilir veya iptal edilebilir. Sonra da galeyan yatıştıktan, dindikten sonra ilişkiler eski seviyesine dönebilir. Zira Ürdün rejimi ve benzeri rejimler İsrail açısından işlevsel rejimlerdir. Yine Ramallah yönetimi gibi güvenlik koordinasyonu geçici veya kalıcı bir süre askıya alınabilir veya durdurulabilir. Ürdün böylece İsrail karşısında yararlılığını ispat edebilir. Ramallah yönetimi de sürekli olarak İsrail’e parmak sallasa da hiçbir defa güvenlik koordinasyonunu askıya almayı fiiliyata geçirmedi.
Ürdün Kralı II. Abdullah’ın tepki seçenekleri bize 12 Eylül rejiminin İsrail’in Kudüs’ü ebedi başkent ilan etmesi karşısında 1981yılında tepki olarak aldığı kararı hatırlattı. Kenan Evren ve askeri cunta İsrail’in bu kararı üzerine Arap aleminin günlünü çelmek maksadıyla muhtemel ekonomik getirilerini de hesaba katarak, düşünerek ilişkileri ikinci katiplik seviyesine düşürmüştür. Türkiye ile İsrail arasındaki düşük seviyeli ilişkiler 1988 yılına kadar devam etti. Dönemin Ürdün Kralı Hüseyin’in Batı Şeria ile ilişkileri askıya alması ve Arafat’ın Filistin devletini ilan etmesi üzerine Özal yönetimi Filistin yönetimini tanıma karşılığında İsrail ile ilişkileri eski seviyesine yükseltmiştir.
Ürdün rejimi son kertede halkı ile İsrail arasında sıkışıp kalmıştır. Bu açıdan karar almaktan ziyade idare-i maslahat kabininden manevra yapmaktadır.
Barışı bozan ilhak
1994 yılından beri İsrail ile Ürdün arasında barış havası hüküm sürmektedir. Asrın Pazarlığı ile birlikte bu hava yerini endişeye ve tedirginliğe bırakmıştır. Her ne kadar Ürdün’ün ABD ve İsrail ikilisiyle ilişkileri iyi olsa da Netanyahu gibi İsrailli liderler siyasi kariyerleri ve çıkarları uğruna bu ilişkileri tehlikeye atmakta en küçük bir beis görmüyorlar. İsrailli siyasiler oldukça nobran ve onun ötesinde fırsatçılar. Bundan dolayı Ürdün yönetimi bu gaile karşısında yalnız başına kalmış durumda.
Körfez ülkelerinden bu hususta herhangi bir destek yok. Batılı ülkeler arasında sadece sağduyu açısından olaya yaklaşan bazı Avrupalı ülkeler İsrail’e teenni teklif ediyorlar. Bununla birlikte çılgınlaşan siyaset borsasında kimsenin Ürdün’ü ve çıkarlarını görecek, gözetecek hali yok! Anlık çıkarların temini ağır basıyor. Bununla birlikte İsrail açısından bazı riskler de var. Bu risklerden birisi Ürdün ile ilişkilerin geriye sarması ve ikincisi de sınır güvenliğinin sağlanmasında yaşanılacak zorluklar. Belki de 25 yıllık istikrar ve sınır güvenliğinden sonra sınırlar yeniden fedai eylemleriyle ısınabilir. Filistin canibinde uzun dönemden beri beklenen ve gerçekleşmeyen üçüncü intifada nihayet kuvveden fiile çıkabilir.
Dolayısıyla ilhak yeni bir üslup ve yaklaşımı da beraberinde getirmektedir. İlk defa Ürdün yönetimi çeyrek yüzyıldır İsrail karşısında haşin bir dil kullanmaktadır. Kimileri buna yüzleşme de demektedir.
1967 sınırları değişiyor
Netanyahu’nun seçim vaadi olan meselede erken uyarı sistemleri kurmak için ilhak seçeneğini yeğlediklerini söylemesi işin görünen yüzü. Gerçekte bu karar 1967 sınırları değiştiriliyor ve Ürdün Vadisinin ilhakıyla birlikte Ürdün Nehri Ürdün ile İsrail arasında nihai sınır haline getirilmiş oluyor. Böylece Batı Şeria tamamen Filistinlilerin elinden kayıp gittiği gibi aynı zamanda iki devletli formül de buharlaşmış oluyor. Ne Filistin açısından ne de Ürdün açısından bunu içine sindirmek kolay olmayacaktır. Bu nedenle ilişkilerin kimyası da bozulacaktır. Nitekim İsrail’de peş peşe yapılan üç seçimin ikincisinin arifesinde Eylül 2019 tarihinde Netanyahu böyle bir duyuru yapmadan önce güvenlik birimlerine danışmalarda bulunur.
İsrail Genelkurmay Başkanı Aviv Kochavi ve iç istihbarat birimi Shin Bet Şefi Nadav Argaman bu adımın Filistin özerk yönetimi ve Ürdün yönetimiyle ilişkileri olumsuz yönde etkileyeceğini not ederler. Bu stratejik adımın stratejik bir hata olacağını söylemişlerdir. Siyasi ikbal peşinde koşan Netanyahu’nun bu tavsiyelere kulak verecek veya asacak hali yoktur. Onun için öncelik İsrail bile değildir öncelik Netanyahu’dur!
Herzliya Konferansı Başkanı Amos Gilad da bu adımla Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olabileceklerini söylemiştir. İsrail’in milli güvenliğini olumsuz yönde etkileyeceğini rapor etmiştir. Ürdün’ün doğu cephesinde İsrail’e huzur ve sükûnet sağladığını ve ilhakla bu avantajı kaybedeceklerini ifade etmiştir. İlhakın Ürdün ile stratejik ilişkileri aşındıracağını ve bu siyasi adımın stratejik bir avantaj temin etmeyeceğini kaydetmiştir.
İsrail açısından riskler barındıran bu durum karşısında Ürdün ile Filistinlilerin seçeneğe ne? Yasir ez Zeatire gibi yazarlar çare olarak üçüncü intifadayı görüyorlar. Bunun anlamı Filistinlilerin kendilerine yeteceğidir. Bununla birlikte bölgedeki saflaşmalar Filistin meselesine olumsuz etki etmekte, yansımaktadır. Arap ülkeleri ile İran arasındaki çekişme İsrail’in eline rahatlatmaktadır. İsrail yanlış üzerine yanlış yapsa da şu aşamada bölgede doğru yapan aktör bulunmuyor. Sanki hepsi İsrail’in kopyası. Ama umutsuz olmaya da gerek yok. Gün doğmadan neler doğar.
Fikriyat Dergisi