Yapılan eleştiri ve önerilere baktığımız zaman, bunu gündeme getiren kişiler tamamen haksızda sayılmazlar. Akparti’nin bu süreç içerisinde yaptığı birçok hatalı politikaları olmuştur. Maalesef bir kısım yanlış politik ve siyasi uygulamalar halen devam etmektedir.
Bizce önem arz eden soru şu olmalı: Akparti ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın yanlış veya doğru icraatlarına karşı, müslümanca nasıl bir tavır içerisinde olmamız gerekir?
Akparti hükümeti değerlendirilirken bazı dinamikleri gözden kaçırmamız halinde, hakkaniyetten uzak ümmetin birliğine zarar veren, fikir ve akımlara istemeden de olsa zemin hazırlamış olacağız. Çünkü Akparti Konumu gereği dünya ölçeğinde ele alınıp mütalaa edilmesi gereken siyasi bir harekettir.
Akparti iktidarını sağlıklı tanımlamak için geçmişte hep beraber yaşamış olduğumuz 2002 ve öncesini hatırlamamız gerekir diye düşünüyorum. Kısa örnekler vererek izah etmeye çalışalım.
Ülke ekonomik olarak bitmiş, insanlar umutlarını tüketip çaresiz bir duruma düşürülmüş, enflasyon tavan yapmış, aynı aile bireyleri dahi Türk lirası ile değil dolar üzerinden borç alıp verir hale gelmişti, Türkiye Cumhuriyeti itibari olmayan sözüne kıymet verilmeyen bir ülke pozisyonuna sokulmuştu.
Sağlık sektöründe yaşananlar ise başlı başına bir muamma idi. İnsan hayatının hiç bir değeri olmadığı gibi, parası olanın sağlık hizmetinden yararlandığı fakir ve ihtiyaç sahibi insanların bırakın tedavi olmayı, gerekli tıbbi müdahale yapılamadığı için basit hastalıklardan ölenlerin haberlerini gazete sayfalarında görmek mümkündü.
İmf başta olmak üzere yabancı şirketler ekonomik sorunları kullanarak, Türkiye’yi ulusal baronların çiftliği haline getirmişlerdi. Binlerce esnaf kepenk kapatmış, azımsanmayacak sayıda Türk vatandaşı farklı ülkelere kaça bilmek için, yabancı ülke konsoloslukları önünde uzunca kuyruklar oluşturmuşlardı.
Özgürlük alanı daraltılmış, her türlü zulüm baskı ve haksız uygulama, müslüman kesimlere reva görülmüştü. Dindar insanlar baskı altına alınarak yaşamları adete zindana çevrilmişti. Sohbet için evlerde toplanıp ders yapmak, insanların tutuklanıp hapse atılması için yeterli sebep olabiliyordu.
Ülke genelinde örtü düşmanlığı hat safhaya ulaşmış, dönemin koalisyon ortağı “Mesut Yılmaz, imam hatipte okuyanlar için yarasalar diyecek kadar ileri gitmişti.” Cumhur Başkanlığı koltuğunu işgal eden, “Mason Süleyman Demirel” Allah’ın emri gereği örtülü okumak isteyen kızlara, Suudi Arabistan’a gitmelerini tehditkar vari bir üslupla tavsiye edebiliyordu. Bununla yetinmeyen Demirel meclis alt komisyonunda görüşülen, sokağa baş örtülü çıkılmasını yasaklayan kanun maddesinin, halkı müslüman olan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde nasıl hayata geçirebiliriz diye yapılan çalışmalara destek vermişti.
O tarihlerde İslam ülkesi olarak sokakta örtü yasağını uygulayan tek devlet konumunda olan Tunus Cumhuriyeti, örtü yasağının sokakta uygulama pratiğinin, tercübe ve birikimini aktarmak üzere, “Mason Süleyman Demirel” ülkeye davet edilmiş ve en üst düzeyde ağırlanarak brifing verilmişti.
Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten elit tabaka, inancını yaşamak isteyenlere karşı medyasıyla, askeriyle, bürokrasisiyle, topyekün bir savaş açmıştı. Her alanda baskıyı artıran İslam düşmanı bu azılı küçük grup, dindarlarla olan mücadelenin bin yıl süreceğini dönemin “Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun” ağzından basına deklare edildiğini görmüştük.
”28 Şubat döneminin Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek, rahmetli başbakan Necmettin Erbakana pezevenk diyebiliyordu ama ne hikmetse kimsenin gıkı bile çıkmamıştı.”
Dindar kesim gerçekten çaresizdi, yapacak pek fazla bir şeyleride yoktu. Hukuksuzca tutuklanan dindar insanlar mahpuslarda çürütülüyordu. Örtü yasağına karşı hakkını arayan bacılarımız, annelerimiz, darp edilmiş üzerlerine tazyikli su sıkılarak her türlü zulme maruz bırakılmışlardı. Yapılan haksızlıklar karşısında mazlumların göz yaşına her gün bir yenisi eklenmişti. Müslümanların haykırış ve çaresizliği dua olarak arşa arz olunacak ve topluca kılınan sabah namazlarında dindar insanlara reva görülen bu zulümler hep bir ağızdan Allah’a şikayet edilecektir.
Peki Akparti iktidarıyla hayatımızda neler değişti birde ona bakalım:
Müslümanlar inançlarını özgürce yaşayabildiği, saygı duyulan, sözünün bir kıymetinin olduğu, korkmadan inandığı değerleri dile getirebildiği bu günleri yaşamaya başladık. Türkiye artık kendi sınırlarını aşarak zulme uğrayan kardeşlerine el uzatan onların dertleriyle hemhal olmuş ve yaşadığı ülkesini kardeşleri için güvenli bir liman haline dönüştürmüştür. Filistin, Suriye, başta olmak üzere tüm İslam coğrafyasında yaşanan zulümlere kayıtsız kalınmamış, ülke güvenliği tehlikeye atılmak pahasına müslüman halklara sahip çıkılmıştır.
Yapılan duble yollar, köprü, uçak, tank, tüfek, insansız ihalar, sihalar sağlıkta gelinen nokta ve ekonomik alanda ortaya konan başarıları yazmaya gerek bile görmüyorum.
Erdoğan’a eleştiri yöneltilirken özellikle bir konu çok suistimal edilmiştir. Akparti 16 yıldır iktidarda olmasına rağmen kronik sorun haline gelmiş birçok meseleyi neden çözememiştir? Peki gerçekler böylemi acaba? Akparti 16 yıldır devletin tüm kurumlarını kontrol edebilmiş ve buna rağmen istenileni yapmamıştır denebilinirmi?
Bu sorunun cevabını bulmak için geçmiş dönemde hepimizin şahit olduğu bazı olayları hatırlayalım. Bir parti düşünün Fetöyle çalışmaya mecbur bırakılmış, Cumhur başkanı “Ahmet Necdet Sezer’in” düşmanca muhalefetinden dolayı istediği kişiyi bakan olarak atıyamamış ve çıkarılmıÈ™ olan kanunların birçoğu Sezer tarafından veto edilmiş. Akparti bir oyla anayasa mahkemesi kararıyla kapatılmaktan son anda kurtulmuştu.
Başbakanlık koltuğunda oturan Erdoğan, eşi örtülü olduğu için garnizon komutanlığına alınmıyordu.
ABD ve Nato işbirliği ile kurgulanan Fetö ülkenin birçok kurumunu ele geçirmiş, sonradan anlaşılacak, Türkiye’de meydana gelen kritik gelişmelerin altında bu hainlerin imzasının olduğu ortaya çıkacaktı.
7 şubat mit krizi, gezi olayları ve son kertede 15 temmuz darbe kalkışması ile ihanet zirveye taşınmış olacaktı.
Yargı ve askeri bürokrasinin pek çok alanında söz sahibi olan Fetö terör örgütü, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Orgeneral Hulusi Akarın özel yaverliğine kadar sızmışlardı. Allah aşkına bu şartlar altında, Erdoğan ülkeyi on altı yıldır yönetiyor söylemini ne kadar ciddiye alabiliriz. ABD istihbaratı CIA adına hareket eden bu hainler, 15 temmuz darbe kalkışması akabinde büyük ölçüde tüm resmi kurumlardan temizlenmesiyle ancak Erdoğan ülkeyi yönetme konusunda muktedir olabilmiştir denebilir.
Akparti dönemi için çokca dile getirilen diğer bir eleştiri konusu ise,
Erdoğan hükümeti döneminde müslümanlar yozlaştırılarak seküler bir hale getirildi iddiası.
Asrın en büyük sorunları arasında gösterilen ‘’sekülerizm’’ teknolojik gelişme ile beraber, Türkiye ile sınırlı olmayan tüm insanlığı tehdit eden global bir sorun haline gelmiştir. Hristiyan Yahudi ve diğer inançlara mensup din adamları tarafından aynı endişeler defalarca dile getirilmiştir. Doğru bir tespiti bağlamından kopararak, Akparti dönemine has bir sorunmuş gibi sunmak insaf ölçülerini aşan zorlama bir iddiadır.
Halbuki Akparti iktidarı döneminde tam tersi bir durum söz konusudur. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde oluşturulan komisyonlarda, yasak ve sakıncalı gibi gösterilen İslamın ibadet muamelet ve Tevhit gibi kavramları sahih İslam anlayışına göre tekrar tanımlanmıştır. Atılan adımlar eski müfredat ile kıyaslanmayacak derecede üst seviyeye çıkarılmıştır. Öğrenim gören her hangi bir çocuğun din kültürü ve ahlak bilgisi kitaplarına bakmamız yeterli olacaktır. Devlet kurumları ve özel sektörde devam eden örtü yasağı kaldırılmıştır. İslamı özgürce yaşamanın önündeki engeller kalkmış ve gasp edilen hakların bir çoğu geri iade edilmiştir. Akparti hükümeti tarafından, bu doğrultuda meclisten çıkarılan sayısını bilemediğimiz yönetmelik ve kararname hayata geçirilmiştir.
İstanbul başta olmak üzere, ülkesinde zulme uğrayıp Türkiye’ye gelip yerleşen binlerce Alim ve kanaat önderi var. Recep Tayyip Erdoğanı taşlamayı kendine vazife edinen vicdan sahibi kardeşlerime sesleniyorum, lütfen gidin bu değerli Alim ve kanaat önderleri ile konuşun, devletin ne tür imkanlar sağladığını bizzat onlardan dinleyin. Düne kadar hayal dahi edemeyeceğimiz olaylara şahit olmaya başladık. TRT kanalları başta olmak üzere TV kanallarında bir çoğumuzun yakından tanıyıp sevdiği hocalar, İslam’ın en temel düsturu olan Tevhid akidesini anlattıklarını gördük. Yapılanları yeterli gördüğümüzden değil, geçmişle hakkaniyet ölçüsü içerisinde bir kıyaslama yapmak için bu örnekleri veriyoruz.
Doğrusu hiç şunu düşünmedik düşünmek ve tefekkür etmek işimize de gelmedi. Hani diyoruz ya geçmişte daha samimi ve ihlaslı idik!
Dünya işlerinden uzak Allah’a daha yakındık. O günleri yaşayan biri olarak söylüyorum bu tespitler doğrudur. Peki neden aynı ruh halini şimdi taşımıyoruz? öz eleştiri yaparak doğruyu bulmak adına hemen işe koyulabiliriz. Acaba sebeplerden bazıları şunlar olabilirmi?
Aracımız, evimiz ve aşımız yoktu daha doğrusu kaybedecek fazla bir şeyimiz yoktu. Ama şimdi kaybedecek çok şeyimiz var. En acı tarafı şu ki; samimiyetsizliğimizi başkasına fatura ederek vicdanımızı rahatlatmaya çalışmamızdır.
Medeniyet beşiği olmuş devletler siyaset üretirken uzun soluklu stareteji ve yol haritası belirleyerek işe koyulurlar. İzlenen yöntemin bazen anlaşılması karmaşık zor ve bir o kadarda güç olabilir.
Bu şu demek olmamalı :
Algı ve anlayışımızla çakışan her şey yanlıştır. O zaman hemen karşı çıkıp muhalefet edelim algı ve refleks güdüsü, bünyesinde ümmeti bölüp parçalamak gibi riskler barındırdığını vurgulamak gerekir. Feraset ve hikmet sahibi müminler ümmetin güvenliği, birliği, söz konusu ise provokasyonlara kapılmadan aklı selimle düşünerek hareket etmek zorundadır.
Son Söz:
Artık Türkiye Cumhuriyeti’ni İslam devleti gibi algılamaktan vaz geçelim. İlk işimiz müslümanı karalamak değil, onu anlamaya çalışmak olsun. Okunan gazete haberleri üzerine bir fikir inşa ederek kısır ve tek taraflı düşünmeyi bırakalım. Stratejik düşünerek bu doğrultuda adımlar atmak zorundayız. İslam alemi bizlere umut bağlamışken, basit düşünerek onları hayal kırıklığına uğratmaya hakkımız yok.
Osmanlı sultanı Abdülhamid han dönemini tekrar tekrar okuyalım. Günümüzle örtüşen ibretlik benzerlikler göreceğimizi umuyorum. O bilge sultan tahtan indirilmesinde şeriat isteriz diye İstanbul sokaklarında aldatılıp yürütülen müslümanların dahlini hafızamıza kazıyalım ki, Allahın izniyle bir daha o günleri yaşamıyalım.
Selam ve Dua ile
Nejdet Demirel