Muhammed Buazizi Tunus’ta kendini yakarak Arap Baharı devrimlerinin fitilini ateşlediğinde değişim rüzgârlarının bölgeyi nereye götüreceği bilinmiyordu.Arap halklarının rejim değişikliği talebiyle sokakları doldurması beklenen bir şey değildi ve yaşananların bir komplo olup olmadığı sorgulanıyordu.Arap gençliğinin daha çok okumuş ve bilinçli kesimi ise ümitli ve oldukça heyecanlıydı.Gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi kendi ülkelerinde de halkın özgür ve demokratik seçimler aracılığıyla iradesini ifade edebileceğine inanıyorlardı.Fakat sonuç ne yazık ki büyük bir hayal kırıklığı oldu.Arap Baharı devrimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının çeşitli sebepleri var.Devrilmek istenenin onlarca yıldır hüküm süren, ne kadar yolsuz ve kokuşmuş olursa olsun kökleşmiş ve ayak oyunları konusunda gayet tecrübeli rejimler olması o sebeplerden biri.Mısır örneğinde gördüğümüz gibi rejimin başındaki ismin değişmesi rejimin devrilmesi anlamına gelmiyor.
Bir diğer sebep de insan haklarını ve demokrasiyi dillerinden düşürmeyen Batı ülkelerinin söylemlerinin tam tersine diktatör rejimleri desteklemeleri.Özgürlük mücadelelerinde Amerika’nın ve Avrupa’nın yanlarında olacağını zanneden Arap gençleri yanıldıklarını çok acı bir şekilde tecrübe ettiler.Arap Baharı devrimlerinin başarısız olmasının en önemli sebeplerinden biri de yıllarca diktatörlükle yönetilen ülkelerde halkların demokrasi mücadelesine ve kültürüne yabancı olmaları.Bu bilinç ve tecrübe eksikliği karşı devrimcilerin ekmeğine yağ sürdü.Libya’da Kaddafi rejimi devrildi fakat yerine savaş baronlarının ülkenin farklı kesimlerine hükmettiği bir sistem geldi.Yemen’de ve hatta Amerikan işgaliyle Saddam rejimine son verilen Irak’ta da durum çok farklı değil.
Asker, din adamı ve politikacı görünümlü savaş baronları elde ettikleri nüfuz ve imtiyazları kaybetmemek için her yola başvuruyorlar.Dolayısıyla, bir şekilde seçimler yapılsa bile halkın özgür iradesinin tecellisi imkansızlaşıyor.Libya’da bir yanda uluslararası toplum tarafından kabul gören Dibeybe, diğer yanda Hafter, Akile Salih ve Fethi Başağa.Babasının diktatörlüğünü yeniden ihya etme hayalleri kuran Seyfülislam Kaddafi’yi de unutmamak gerek.Herkes bir an önce seçim yapılması gerektiğini söylüyor fakat mevcut koşullarda nasıl seçim yapılabileceğini izah eden yok.Savaş baronlarının her biri seçimlerin kendisine avantaj sağlayacak şekilde yapılmasını sağlamaya çalışıyor ve onları engelleyecek bir devlet otoritesi bulunmuyor.
İnsanlığa karşı suç işlediği için Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından hakkında yakalama kararı çıkarılan ve Trablus Mahkemesi’nin idam edilmesine hükmettiği Seyfülislam Kaddafi ülke sınırları içinde gayet rahat bir şekilde yaşayabiliyor ve başkanlığa aday olabiliyorsa, ülkenin doğusu bir başka savaş baronunun kontrolündeyse, bir diğeri Hafter’in birçok kez deneyip başaramadığını başarma hayaliyle Trablus’a saldırıyorsa orada seçimler özgür ve şeffaf bir şekilde yapılabilir mi?İnsanların sırf etnik ve mezhepsel kimlikleri ya da kabile bağları sebebiyle koyun gibi savaş baronlarının peşinden giderek birbirlerini boğazladıkları yerde demokrasiden ve halk iradesinden söz edilebilir mi?
Diriliş Postası