Uzun metrajlı araştırma yazıları kaleme alan Nejdet Demirel, Orta Doğu başta olmak üzere İslam dünyasının içinde bulunmuş olduğu sorunları anlatan pek çok yazısı; farklı gazete, dergi ve dijital platformlarda yayınlanmıştır.
İslam ümmetinin parçalanmışlığı, ayrı duruşları ve İsrail’in arkasındaki ABD ile Avrupa desteğiyle Gazze ve Filistin halkının yaşadığı yıkım içimizi yakıyor. Bu süreçte önemli bir konuyu dile getirmek istiyorum: Tüm İslam âleminin sorunlar karşısında Türkiye’ye bel bağlaması. Bir yandan bu durum, Türkiye’yi diğer İslam ülkeleriyle birleştirici ve kaynaştırıcı noktasıyla gelecek açısından umut verici ve bu güzel bir şey. Ancak diğer yandan, bu aşırı beklentinin sakıncaları ve doğuracağı birden fazla riski de var.
Gerek sosyal medya gerekse de farklı platformlarda sıkça “Tayyip Erdoğan’ın Filistin hassasiyeti var, neden müdahale etmiyor, neden İsrail’e dur demiyor?” gibi söylemleri çokça duymaya başladık. Burada kardeşlerimizin yanıldığı önemli bazı gerçekler var. Bunlara kısaca değinmek istiyorum.
1. Türkiye’nin gücü olduğundan fazla abartılıyor. Türkiye, coğrafi konumu ve siyasi ağırlığıyla önemli bir aktör olsa da, askerî ve ekonomik gücü konusunda gerçekçi olmak zorundayız. 2. İsrail’e fiilî bir müdahale demek savaş demektir. Türkiye’nin İsrail ile sahada doğrudan savaşa girmesi, ABD, Avrupa ve hatta bazı Arap ülkeleriyle de savaşa girmesi anlamına gelir. Rusya’nın Ukrayna’da düştüğü duruma benzer bir bataklığa çekilme riskiyle karşı karşıya kalabiliriz.
Türkiye, şu anda gelişen sanayi, teknoloji ve altyapısıyla sürekli gelişim ve ilerleme halinde olan bir ülke pozisyonunda olduğu unutulmamalıdır. Türkiye’nin, muhtemel bir savaşa çekilmesi demek tüm enerjisinin yok olmasına, altyapısının tahrip olmasına ve ülkenin yıllarca geriye gitmesine neden olacaktır. Türkiye, düşmanı birçok ülke: Dört gözle bu senaryonun biran önce gerçekleşmesini beklemekteler.
İsrail’in yaptıkları içimizi acıtıyor ve bir kırılma anı yaşıyoruz. Ancak altını özellikle çizmek istiyorum: Türkiye’nin gücünü abartmamak lazım. Şu anda bir seçim olsa, muhtemelen kaybedecek bir Erdoğan’dan bahsediyoruz. Ayrıca Türkiye’de bir “ekonomik kriz” yaşanıyor. Daha da önemlisi, Türkiye içinde Kürdüy’le, Alevi’siyle, farklı etnik köken ve düşünce yapılarıyla maalesef “homojen birliktelik yok.” Öyle ki, bu ülkenin vatandaşı olan bazı kişiler, Erdoğan’dan bir Amerikalı veya İsrailli’den daha fazla nefret edebiliyor. İçimizde optimize edilmiş bir birliktelikten söz edemiyoruz. Bunun için zamana ihtiyacımız var.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, Türkiye’nin şu an İsrail’e müdahalesi demek, ülkenin bir savaşa girmesi ve bu savaşın Türkiye’yi uzun yıllar geriye götürecek bir sonucun karşımıza çıkaracağı kuvvetle muhtemeldir. Bu nedenle, Türkiye’nin, diplomasi başta olmak üzere her alanda bir mücadele verdiğini hepimiz biliyoruz. Sahadaki gerçeklikler acı olsa da, karşımızda bir ABD gerçeği ve Avrupa ülkeleri var. Türkiye’nin gücü ve kalibresi belli. Bu konuda gerçekçi olmalı ve gücümüzü abartmamalıyız. Bazen gerçekler içimizi acıtır ve bizi derinden sarsar. Ama bunları konuşmalıyız ki aşırı beklentiler bizi ve sevdiklerimizi yanlış bir yöne sürüklemesin. Dolayısıyla, bu durum birlik olmamız önünde bir engele dönüşüp var olan gücümüzü kaybetmemize neden olmasın.
Toparlayacak olursak:
Türkiye’nin, şu anda fiili müdahalede bulunamamasının sebeplerinin, ülkenin mevcut gücü ve uluslararası konumuyla alakalı olduğuna inanıyorum. Tarihte yığınla örnekleri var. Devletler de bir nevi insan gibidir, gün gelir aciz ve çaresiz bir durumu yaşayabiliyorlar. Kanımca! şu an Türkiye Cumhuriyetini yöneten siyasiler tam da bunu yaşıyor.
Rabbim, bize güç kuvvet ver, kalplerimizi birbirine yaklaştır. Gazze’de yaşanan bu katliamlar ümmetin birliğine vesile olsun.