Zaman zaman iç gaile veya tali gaileler nedeniyle ya da umursamazlık sonucu teşeyyü (Şii yayılmacılık) dalgaları, akımları karşısında devletler işlevsiz hale gelmiş ve çaresiz kalmışlardır. Bazıları bu tehlikeyi geçiştirmiş ve önemsememiştir. Bu da önünün alınmasını engellemiştir. Tarihte Şii tehlikesine mukavemetiyle anılan devreler de olmuştur. Bu devrelerin öne çıkan isimlerinden birisi el Kadiri Billah’tır. Tanzim ettiği ‘el Vesikatü’l Kadiriyye / Kadiri Belgesi’ bir manifesto niteliğindedir ve geniş kapsamlı bir kampanyanın ucu ve parçasıdır. İnanç hamlesidir. Birçok ilim adamı bu kampanyaya katılmıştır. Bu belgenin gerçek yazarı olarak Kerçli Ebu Ahmet Muhammed Ali el Kerci gösterilmektedir. Bu mesele panelistler tarafından, Arap Bölgesine Yönelik İran Tehlikesi: Tanıklar ve İzler panelinde gündeme getirilmiş ve özet olarak anlatılmıştır.
Abdulkahir Bağdadi ve Gazali gibi isimler de bu kampanya çerçevesinde ele alınır. Gazali’nin el Fedaih el batiniyle / Batinilerin skandalları kitabı meşhurdur. Kitap Talimiyye veya İsmaili tayfasına ve batiniliğin zararlarına tahsis edilmiştir. Bir yönüyle Kâdirî akidesi, bir Müslümanın inanması gereken temel inançları formüle eden, bir ‘Amentü’dür. Müslümanları inanç temelinde birlik ve beraberliğe taşımaya adanmıştır. Bu kampanya en çok Gazali ile anılmıştır. Zira dönemin en parlak ismi O’dur. Kimileri Gazali’nin bu alanda ayartıldığını ve inanmadığı bir projeye alet edildiğini ileri sürüyorlar. Halbuki bu doğru değil. Gazali medreseden veya Bağdat’tan kaçmıştır bu oranın kirli siyasi ve ilmi havası ve ortamıyla alakalıdır. Yoksa Gazali ilmi olarak bu kampanyaya katılmaktan dolayı asla pişman değildir. “El Münkizu Mine’d Dalal” adlı eserinde bu pişmanlığına dair bir ifadesine rastlanmaz. Dolayısıyla Bağdat’taki ortamdan kaçmasıyla Şiiliğe karşı imale edildiği iddiaları birbiriyle uyumlu değildir. İsmaililiğe reddiye yazmasından pişman olduğuna dair aktarılanlar, Bağdat’ı terk etme nedeniyle ortak bir zemine ve bağa sahip değildir, farklı hususlardır.
Şii dailiğinin yayılması nedeniyle bıçak kemiğe dayandığından Gazali İsmaili dai ve tayfasıyla her alanda mücadelenin farz-ı ayn mertebesine ulaştığına kani olmuştur. Kendisi de bu zeminde hareket etmiştir. İsmaillik karşısında ilmi ve ameli zeminde ve bazda bir seferberlik haline çağırmıştır. Bu çığır ve kampanya muayyen derecede etkili olmuştur.
El Kadiri Billah’ın karşı ucunda model olarak Yavuz Sultan Selim’in babası Sufi Beyazıt vardır. Şah İsmail ve Şii yayılmacılığı karşısında pasif tutumu Şii tehlikesini artırmıştır. Şiilik ve Haricilik her dönemde yeniden nüksetmekte ve kafasını kaldırmaktadır. Her döneme dair bir Şii ve Harici dalga kabarmaktadır. Ancak uyanık tutumlar (Vigilantizm/uyanıklık, nöbetçilik, teyakkuz ) bu dalganın önünü alabilir. Abbasiler döneminde El Kadiri Billah bu dalganın önüne set çekerken Osmanlılar döneminde ise bu dalganın karşısına iki padişah çıkmış ve Şiilik dalgasının şevketini kırmıştır. Bu iki padişah Yavuz Sultan Selim ile Kanuni Sultan Süleyman’dır. Baba oğul teşeyyü kampanyasına karşı kat’i tedbirler almışlardır. Karşı tarafın kaypak olması nedeniyle teması ve iletişimi kesmişler, sıfır düzeyine indirmişler ve vakit ve zaman kazanmalarının önüne bu suretle geçmişlerdir.
İkisinin döneminde Şiilik tehlikesinde bıçak kemiğe dayanmıştır. Bu nedenle de Arapların deyimiyle’ son çare dağlamaktır’ siyaseti güdülmüş ve böylece Şiilik tehlikesi büyük çapta bertaraf edilmiştir.
1501 tarihinde Şah İsmail’in zuhuruyla birlikte Şii tehlikesi güncellenmiştir. Bu dalgayı durdurmanın mimarı sıfır tolerans siyaseti ile Yavuz Sultan Selim ile oğlu Kanuni Sultan Süleyman olmuştur.
1979 yılında patlak veren İran veya Humeyni devrimi de aynı vetireyi ve süreci bir kez daha yeniden canlandırmıştır. Bu sürece Saddam Hüseyin Körfez Arapları adına müdahale etse de yanlışlarıyla sadece yangını büyütmüştür. Batılılar bu meseleyi kurcalamış ve kaşımışlardır. İrangate olayı bunun canlı şahitleri arasındadır. Saddam Hüseyin ne kullandığı araçlar itibarıyla hikmetli davranmış ne de gücü itibarıyla bu işin üstesinden gelebilecek çapta ve düzeydedir. Gözü pekliğiyle duruma müdahale etmiştir. İsrail hesapları üzerinden Batılılar da savaşın berabere bitmesini temin ettikten sonra zayıflayan ve zayıflatılan Saddam rejimi üzerine çullanmışlardır. Denge politikası yerine devirme politikasına geçmişlerdir. Çarlık Rusya’sı ile Osmanlı arasındaki denge politikasını paylaşma politikasına çevirmelerindeki gibi. İngiltere’nin Osmanlı politikasında olduğu gibi bir devletin miadı dolmuşsa yıkım ve paylaşım politikasına geçerler.
11 Eylül sonrası Sünni dünyaya karşı amansız bir kampanya açılmış ve İran bunda mızrak ucu rolü oynamıştır. Sekterizm savaşları üzerinden İran’ın intikam dürtülerini tatmin etmesine izin verilmiştir.
Arap Baharı süreci 11 Eylül’ün kaldığı yerden süreci daha da derinleştirmiş ve pekiştirmiştir. Arap Baharını bastırmak için İran Sünni dünyanın üzerine salıverilmiştir. Sünni dünya sekterizm ve ideolojik zeminde Batı destekli İran saldırılarına maruz kalmıştır. Irak ve Suriye bunun en bariz ve tipik misalidir.
2017 yılından itibaren İran iç çalkantıya savrulmuştur. Meşhed merkezli gösterilerin nedeni molla düzeninin yolsuzluklarına bir tepkidir. Ardından akaryakıt zamlarına yönelik olarak tepkiler yükselmiştir. Ahvaz ve ardından İsfehan’da ise nehirlerin kuruması ve su kıtlığı nedeniyle halk feveran etmiştir. Kısaca rejim patlak lastiğe dönmüştür ve her noktada baloncuklarla karşı karıyadır. En son Mahsa Amini’nin ölmesi veya öldürülmesi bardağı taşıran son damla olmuştur. İran rejimi artık kendini taşıyamıyor. Bir isyan ile değil ama isyanlar zinciri ve bütünüyle tarihe karışabilir. Baştan beri kadın meselesi rejimin yumuşak karnı olmuştur. Devrimci kadınları bile kendine yabancılaştırmıştır. Zehra Rahneverd bunlardan badece birisidir. Iraklı Hanan Fetlavi ise karşıt bir örnektir. İran devrimini ve icraatlarını aklamak için gerçekleri çarpıtmaktadır.
Başörtüsü giymek fazilettir lakin hasar veren zorba uygulamalar onu zulüm çanağı ve aracı haline getirebilir. Kadın kitleleri sindirmek için onu dayatma aracı yapmak ters tepmiştir. Devrime değil, kula değil Allah’a boyun eğmenin aracı görülmelidir. Bu da ancak kadınların hür iradesiyle olur. Kadın veya erkek fark etmez durum Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibidir: “Ey teslimiyet senin adın İslamiyet. ” İran da yaşanan başörtüsü zulmü değil onun adına velayet zulmüdür. Batılılar şimdiye kadar Humeyni rejimini hem sıkıştırdılar hem de kolladılar. Yıkılması mukadder ise ilk tuğlayı onlar çeker. Akbabalar gibi leşin ilk kokusunu onlar alır, sonra çullanırlar. Kısaca kendi düşen ağlamaz. Bazen keskin karakter akrep misali kendi kendini sokar.
Putin Ukrayna’ya tosladı mollalar da kadınlara tosladılar. Belki de mollaların yanlışları yüzünden Yavuz ile Kanuni çizgisine dönmeye gerek de kalmayacak. Humeyni’nin Irak’la 8 yıl savaştıktan sonra zehir kupayı içmesi gibi belki de son kupayla kendi zehirleriyle baş başa kalacaklar.
Fikriyat